Türkiye’de Kadın Olmanın Zorlukları ve Mücadelesi
Türkiye’de Kadın Olmak: Bir Mücadelenin Hikayesi
Türkiye’de kadın olmak, kararan bir sokakta yürürken adımlarını hızlandırmak, telefonunu her an elinde tutmak ve “Bindim-indim” mesajlarını sürekli birilerine göndermek demektir. Her sabah, televizyonda kadın cinayeti haberlerini izlerken, “Bugün sıra bana gelmedi.” diye sessizce şükretmek de buna dahildir.
Hani teknolojide çağ atlamıştık ya, Mars’a gidiyor, insansız araçlar üretiyor, dijital devrimler yaşıyorduk ya… Oysa Türkiye’de hâlâ bir kadının güvenliği, telefonun ucundaki sese bağlı. “Eve geldim anne”, “Bindim baba”, “İyiyim abi” cümleleri, kadınların yaşam garantisi hâlâ. 2024 yılında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, tam 394 kadın öldürüldü.
259 kadının ölümü ise “şüpheli” olarak kayıtlara geçti. “Şüpheli ölüm” diyoruz, oysa şüpheli olan kadınların ölümü değil, bu ölümleri durduramayan bizim vicdanımız aslında.
Kadınlar niye öldürülüyor biliyor musunuz? Çünkü kadın… Çünkü sevdiği kocasından ayrılmak istedi, çünkü “seviyorum” dediği sevgilisi onu terk etti diye öldürüldü, çünkü gülümsemesi yanlış anlaşıldı, çünkü başını örtmek istedi, izin vermediler, çünkü başını açmak istedi, kabul etmediler, çünkü okula gitmek, diploma almak istedi, çünkü eve biraz geç geldi, çünkü yemek yapmadı, çünkü çocukları ağladı, çünkü hayır dedi, çünkü susturulamadı, çünkü yaşamayı seçti.
Peki, kadınları en çok kim öldürüyor bu ülkede? 166 kadın, sevdiği kocası tarafından öldürüldü.
- 45 kadın, ‘seviyorum’ dediği sevgilisi tarafından katledildi.
- 31 kadın, “babamdır, beni sever” dediği adam tarafından öldürüldü.
- 22 kadın, doğurup büyüttüğü oğlu tarafından katledildi.
- 23 kadın, geçmişte ‘seviyorum’ dediği eski sevgilisi tarafından öldürüldü.
- 30 kadın, boşandığı eski eşi tarafından öldürüldü.
- 25 kadın, güvendiği akrabaları tarafından öldürüldü.
Bu ülkede kadınların en büyük düşmanı, hiç tanımadıkları yabancılar değil; sevgi bekledikleri, güvendikleri, hayatlarını paylaştıkları adamlardır.
Bir kadın öldürüldüğünde, fail belli. Ama caydırıcı olmayan yasalar her şeyi kolaylaştırıyor: Takım elbiseyi giy, ‘Pişmanım’ de, ‘Öldürmek istemedim’ de, ‘Tahrik etti’ de, ‘Bana hakaret etti’ de, ‘Aldatıldığımı düşündüm’ de. Sonra cezan indirilsin. Bir bakmışsın, 2-3 yıl içinde elini kolunu sallayarak dışarıdasın.
Öyle garip bir ülkeyiz ki, Atatürk’ün 90 yıl önce Avrupa’dan önce kadınlara verdiği hakları bugün geri almak isteyenlerin hâlâ “medeniyet” dersi verdiği bir ülke burası.
Bir genç kadın, üniversiteyi dereceyle bitiriyor; iş bulsa bile, erkek meslektaşından %20 daha az kazanacağını bilerek başlıyor hayata. Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin sadece %8’ini kadınlar yönetiyor. Çünkü biz hâlâ “kadından yazılımcı olur mu?” ya da “kadından CEO çıkar mı?” tartışmaları yapıyoruz. Her üç kız çocuğumuzdan biri hâlâ liseyi bitiremiyor; okutmak yerine gelinlik giydiriyoruz onlara. Sonra da meydanlarda “Çağdaş Türkiye’yiz” diye övünüyoruz.
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bugün sadece kutlama günü değildir aslında; bugün yüzleşme günüdür. Bugün hesap verme günüdür. Bugün “kadınlar için ne yapmalıyız?” diye düşünme günüdür. Bugün kadınlara çiçek verme, onlara hak ettikleri saygıyı ver. Bugün “yerini bil” değil, “yerini al” de kadınlara. Kadınlara sadece ‘arkandayız’ demekle kalma, yanlarında dur. Kadınların sadece 8 Mart’ta değil, yılın her günü güvende yaşayabilmesi için mücadele et. Çünkü kadınlar yılın her günü eşit davranılmayı hak ediyor.
Ne güzel demiş Ata’m;
‘Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.’
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio